GÜLSÜM CENGİZ ile söyleşi

 Nevzat Süer Sezgin-Sevgili Gülsüm Cengiz merhaba..Ülkemizin en üretken kadın edebiyatçılarından birisisiniz. Ancak sizi uzun yıllardır, haksızlıklara, savaşa, adaletsizliğe, etnik ayrımcılığa, doğa katliamına, her çeşit şiddete, emek sömürüsüne, yolsuzluklara karşı hiç vazgeçmeden direnen, emekten, barıştan yana mücadele eden bir eğitimci, bir gazeteci, sendikacı ve bir militan olarak da tanıyoruz. İlk soru olarak  Kurşun Kalem okurları için yaşam öykünüzü kısaca anlatmanızı, sizi bu kadar üretken ve dirençli kılan dünya görüşünüzü bizimle paylaşmanızı rica edebilir miyim.?

Gülsüm Cengiz- 12 Temmuz 1949’da Isparta’nın Sütçüler ilçesinde doğdum. Aile çok önceden İstanbul’a yerleştiği için eğitim yaşamım İstanbul’da geçti. 1966’da İstanbul İlk Öğretmen Okulu’nu bitirip Balıkesir’in merkez Kürse Köyü’nde öğretmenliğe başladım. Oradan yine merkez Balıklı Köyü’ne atandım. 1971’de de eğitimimi tamamlamak için İstanbul’a döndüm. Fatih ve Beyoğlu’ndaki okullarda sınıf öğretmeni, müzik öğretmeni, müdür vekili olarak çalıştım. İstanbul’a döndüğüm 1970’ler; ülkemizin acı ve ateşten geçtiği yıllardı. Yaşanan acıların son bulması, koşulların olumlu yönde değişmesi için hiç ikircimsiz örgütlü mücadeleye katıldım. TÖB-DER İstanbul şubesinde çalışmaya başladım. Aynı dönemde Ruhi Su’nun çalıştırdığı ve Sümeyra’nın da içinde yer aldığı Dostlar Korosuna girdim ve bir buçuk yıl koronun çalışmalarına katıldım. El Kapıları uzunçalarımız yayınlandıktan sonra, TÖB-DER İstanbul Şube yönetimine seçilmem nedeniyle korodan ayrılmak zorunda kaldım. Ancak, 1970’lerin başında yazmaya başladığım şiiri hiç bırakmadım. Bu dönemde okuduğum edebiyatın dışından kitaplar da toplumsal çelişkileri, insanlık tarihi boyunca insanın verdiği mücadele birikimini vb. konuları kavramam konusunda bana yardımcı oldu, gözümün önünde yeni pencereler açıldı. İşte o pencerelerden yaşama çok geniş bir açıdan bakıp yaşamı bütünsellik ve çeşitliliği içinde, olayları neden-sonuç ilişkileriyle, insanı toplumsal bağlamlılıklarıyla değerlendirebilmeyi öğrendim. Kapitalizmin getirdiği emek sömürüsüne, baskılara karşı; kimsenin kimseyi sömürmediği ve zulmetmediği, herkesin eşit olduğu bir toplumsal düzeni tarif eden bilimsel sosyalizme bağlandım. Geçmişteki ve günümüzdeki çalışmalarımın özünü ve yaşamdaki duruşumu, kişiliğimin yanı sıra erken yaşta bağlandığım dünya görüşümün belirlediğini düşünüyorum. Yaşamın ileriye doğru sonsuz akışı, doğadaki yenilenme gücü; direncimin ve iyimserliğimin kaynağını oluşturuyor. Toplumsal mücadele sürecinde daha güçlü olabilmek için de sürekli öğrenme, araştırma, kendimi geliştirme çabası içinde oldum.

Nevzat Süer Sezgin- Sizi edebiyatın birden fazla dalında izliyoruz. Oyun, şiir, deneme, çocuklar ve gençler için roman, masal, öykü kitaplarınız, büyük emeklerle hazırladığınız antolojileriniz, derlemeleriniz evlerimizin kitaplığında daima bize gülümser. Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? İlk kitabınız ne zaman ve nasıl yayınlandı?

Gülsüm Cengiz- Şiirle ve yazının öteki dallarıyla ilişkim önce bir okur olarak başladı. Çocukluğumdan başlayarak sıkı bir kitap kurduydum. İlk gençlik çağımda da dünya klasiklerini ve ülkemiz yazarlarından ulaşabildiklerimin yapıtlarını okumaya başladım. İlk şiir denememi ortaokul 2. Sınıftayken bir kompozisyon ödevine ek olarak yazmıştım. Şiir yazma gereksinimini derinden duyduğum, duygu ve düşüncelerimi şiirle ifade etmeye başladığım dönemle, toplumsal yaşamdaki çelişki ve çatışmaların ayrımına vardığım, yaşam üzerine düşünmeye başladığım dönem çakışır benim yaşamımda. Tam da bu dönemde, Nazım Hikmet şiiriyle tanıştım. Onun şiirleri gerek içerik gerekse biçim olarak önümde yeni ufuklar açtı. O günden sonra, bir yandan ülkemiz ve dünya şair ve yazarlarının yapıtlarını okumayı sürdürdüm bir yandan da şiir yazdım… Ama hiç kimseye göstermediğim şiirler oldu bunlar. Çünkü kendi sesimi, söylemimi arıyordum. Bu arayış yıllarca sürdü; yazarak, okuyarak. Hem yaşamdan hem kitaplardan öğrenip bir yandan da yaşadıklarımdan süzülen dizeleri yazdığım bu dönemi şiirimin mayalandığı süreç olarak değerlendiriyorum. 1979’da İlerici Yurtsever Gençlik Gazetesinin açtığı yarışmaya Erikler Çiçek Açıyor adlı şiirimle katıldım. Bu yarışmada şiirim 3. oldu. Aynı şiir, Politika Gazetesi Özel Ödülü’nü aldı. Bu ödül beni oldukça yüreklendirdi, ama şiirimi yayınlatmak için acele etmedim. İlk şiirlerim, Ağustos 1983’te Kemal Özer’in yönetimindeki Varlık Dergisinde yayınlandı, onu öteki dergilerde yayınlanması izledi. İlk şiir kitabım Eylül Deyişleri 1987’de Cem Yayınları tarafından Türk Yazarları dizisinde yayınlandı. 

Nevzat Süer Sezgin- Yazmak size ne getirdi? Sizden neler götürdü? Edebiyatın birbirinden farklı dallarında eserler yaratabilmenizin sırrı nedir?

Gülsüm Cengiz- İlk göz ağrım olan şiir aracılığıyla okurlarımla bir köprü kurduğuma inanıyorum. Bir toplantıda karşılaştığım gazete muhabiri adımı duyunca bir şiirimi ezbere okuyunca, Almanya’da karşılaştığım Türkiyeli bir temizlik işçisine adımı söylediğimde en son yayınlanan şiir kitabımın adını söyleyince, Çaycuma’da 10 yaşında bir kız çocuğunun “Benim babam madenci. Biz madenci çocukları için şiir yazdığınız için size teşekkür ederim.” diyen sözlerini duyunca, yeni evlenecek çiftin davetiyesine şiirimden dizeler aldıklarını görünce; şiire, yaşama olan inancım çoğalıyor. Bu övgü duymaktan hoşlanmakla ilgili değil asla; yazdıklarımın yaşamda karşılığını bulduğunu görmekle ilgili. İnsanlarla bu paylaşımı yaşamak çok güzel. Ne var ki her şeyin bir bedeli var yaşamda. Aylık dergilere yazılan yazılar, şiir çalışmaları, çocuklar için ürettiğim ürünler...Konferanslar, söyleşiler, okuma etkinlikleri.. 9 yıldır başka bir kentteki üniversitedeki derslerim, Hayat Televizyonunda 5 yıldır hazırlayıp sunduğum programın gerektirdiği sorumluluk; kendime ait bir yaşama pek yer bırakmıyor… Bu işlerin üstesinden gelebilmek için planlı, programlı çalışırım. Bunca yapıt üretebilmemin bir nedeni paralel çalışma yöntemim. Bir oyunu çalışırken, aynı zamanda bir öykü için araştırma yaparım, şiirlerimin üzerinde çalışırım. Farklı dalların olanaklarının birbirini beslediğini düşünüyorum.

Nevzat Süer Sezgin- Eserlerinizde toplumsal sorunları, insana, doğaya yapılan kötülükleri hiç çekinmeden nedenleriyle anlatırsınız ama biz okurları da hiç umutsuz kılmazsınız. 2013 yılına yeni girdik. Sizce ülkemizde süregelen sorunlar neden çözülemiyor? Genel olarak sanatçının ve özel olarak edebiyatçının yaşamdaki duruşu nasıl olmalıdır? Edebiyat örgütlerine üye misiniz? Çalışmaları hakkında neler düşünüyorsunuz?

Gülsüm Cengiz- Yaşamda olup bitenleri bilimsel sosyalizmin ışığı altında değerlendiriyorum. Doğadaki canlıların kendi aralarındaki müthiş uyum ve yaşamın sürekliliğini koruyarak var olmaları; kendimle ve yaşamla barışık olmayı öğretti bana. Yaşamla ve kendimle barışıklığım, yaşamdaki olumsuzlukları olduğu gibi kabullenmek yerine değiştirip dönüştürmek için seçtiğim yoldan emin olmamdan kaynaklanıyor. Sorunların çözülemeyişinin birçok nedeni var; ama galibe en önemlisi geniş halk yığınlarının kendi çıkarları doğrultusunda birleşip örgütlenememeleri. Aydınların, sanatçıların içinde yaşadığı topluma ve çağına karşı sorumlulukları olduğunu düşünüyorum. Öğretmenlikten ayrıldıktan sonra da örgütlü yaşamım sürdü. 1980’li yılların sonunda Türkiye Yazarlar Sendikasına, 1990’lı yılların başında o dönemdeki başkan olan Şükran Kurdakul’un önerisiyle PEN Türkiye Merkezi’ne, oyun yazarlığım nedeniyle Tiyatro Yazarları Derneği’ne üye oldum. 1993’te Oktay Akbal’ın başkanlığındaki TYS’de üye ve genel sekreter olarak, 1999-2005 arasında Cengiz Bektaş’ın başkanlığında genel sekreter olarak görev yaptım. 2006’da PEN Türkiye Merkezi’nde Yılmaz Onay’ın önerisiyle Barış İçin Yazarlar Komitesi’ni kurduk; şu anda bu komitenin başkanlığını yürütüyorum. Edebiyat örgütlerinin çalışması, üyelerinin katılımı kadardır. Birkaç kişilik yönetim kuruluna bütün sorumluluğu yükledikten sonra karşıya geçip eleştiren üyelerin, kendilerinin bu kurumlara ne kattıklarını düşünmelerini öneriyorum. Üye varsa, çalışıyorsa sendika ya da dernek de vardır ve çalışıyordur, diye düşünüyorum.

Nevzat Süer Sezgin- Politika Gazetesi Özel Ödülü, Yeni Türkü Yayınları ‘1995 Truva Şiir Ödülü, 1991 TOBAV ve Çankaya Belediyesi Gençlik Dalı Büyük Ödülü, 1990 Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı Ödülü , 1990 Türkiye Yayıncılar Birliği Doğayı Koruma Yarışması’nda mansiyon, 1997’de Almanya’dan Eselsohr Dergisi “Sıradışılık” Ödülü;  2005 Dil Derneği Kerim Afşar Ödülü, 2012 Oğuz Tansel Halkbilim Ödülü  sahip olduğunuzu bildiğim ödüller. Genel olarak edebiyat ödülleri, ödül jürileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gülsüm Cengiz- Benim için, ödülü veren kurum ve seçici kurul üyelerinin niteliği önemlidir. Ödül hakkaniyetle verilirse bir hoşluktur üreten insan için. TRUVA ŞİİR ÖDÜLÜ benim için hepsinden daha farklı bir anlam taşıyor. Kurum, üyeleri arasında yaptığı soruşturma sonucunda bütün şiirleri için her yıl bir şaire veriyor ödülü. 1995 yılında da bana verildi. Katılmadığım bir yarışmada okurların ilgi ve desteğiyle ödüllendirilmek beni çok sevindirmişti.
Nevzat Süer Sezgin-Sizin için en büyük ödülün benim de katıldığım  28-30 Nisan 2010 tarihlerinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümünün düzenlediği ‘Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatında Gülsüm Cengiz Sempozyumu’ olduğunu düşünüyorum. Hem sempozyum hem de sonunda yayınlanan sempozyum kitabı çocuk ve gençlik edebiyatına emek veren, gelişmesine katkı koymaya çabalayan herkes için son derece yararlı oldu. Biz katılımcılar ve okurlar için her şey mükemmeldi. Adına sempozyum düzenlenen bir yazar olarak siz neler hissettiniz? Sizce ülkemiz çocuk ve Gençlik edebiyatının sorunları neler? Çocuk edebiyatıyla ilgilenen genç yazarlara önerileriniz var mı? Varsa kısaca söz eder misiniz?
Gülsüm Cengiz- Ne diyebilirim ki? 90’ı aşkın katılımcının paralel oturumlarda 65 bildiri sunduğu o üç gün, benim için gerçekten olağanüstüydü. Sempozyumun açış konuşmasında da söylediğim gibi, bir yazarın yaşarken onurlandırılması; yapıtlarının bilim insanları ve yazarlar tarafından değerlendirilmesi gerçekten olağanüstü. Çok mutlu oldum, işime daha bir sarıldım; bana sunulan bu saygı ve değerbilirliği gereğince taşıyabilmek için. Öte yandan sempozyum sürecinde öğrencilerimin ve bölümdeki öğretim üyesi arkadaşlarımın sıcak destekleri ve katkılarıyla daha bir çoğaldım. Gelelim Çocuk ve Gençlik Edebiyatının durumuna… Çok geniş bir konu, ayrıntılı olarak konuşmak bu röportajın sınırlarını zorlar. En iyisi kısaca göz atalım. İçinde yaşadığımız dünyada, tüketimden beslenen sistemin çıkarları gereği; kitle iletişim kanallarını kullanarak dünyanın her yerinde bir "tek tipleştirme" gerçekleştirilmektedir. Bu tek tipleştirme, izlenen filmlerden, edinilen beslenme alışkanlığından giyim eşyalarına, oyuncak seçiminden konuşma ve davranış biçimlerine dek bireyleri etkilemekte ve yönlendirmektedir. Bu etkileme ve yönlendirme, çocuklar için üretilen kitaplarda da kendini göstermektedir. Günümüzde bu alandaki olumlu gelişmeleri dışarıda tutarak söylemek gerekirse, çocuk ve gençlik kitaplarındaki konu ve kavramlar toplumdaki egemen ideolojinin ışığı atında işlenmektedir. Bu kitaplarda çocuğa verilen ileti;  "Sana verilenle yetin, çok soru sorma, meraklı olma, sana anlatılanların dışında bilgi edinmeye, öğrenmeye, hele hele yaşamını değiştirmeye hiç kalkışma. Bu, senin yazgındır. Bunu kabul et ve yaşa. Hayat hoştur, gerisi boştur" vb. Çocuk kitaplarında karşımıza çıkan öğelerden biri de şiddet olgusudur. “Şiddet, yaşamın içinde vardır; bu yönüyle çocuk kitaplarında eğer olay gerektiriyorsa yer alabilir" denebilir. Ne var ki, burada önemli olan şiddetin gösterilme, anlatılma biçimidir. Şiddetin sıradanlaştırıldığı bir anlatım biçimini, kendi adıma doğru bulmuyorum. 80'li yıllarda radikal İslamın siyasal etkinliğini arttırması sonucunda, çocukları yönlendirme amaçlı çocuk kitapları ve dergileri yaygınlaşmıştır. Hatta bazı çocuk romanlarında, çocukları cihata çağıran - roman kişilerinin ağzından- cümleler bile yer almaktadır. Batıdan çevrilen çocuk kitaplarında bile dinsel mekanlar, din adamlarının adları bilerek değiştirilmektedir. Oysa aynı yıllarda; yani 12 Eylül 1980’le gelen cunta döneminde, öteki yaşam alanları gibi bu alan da baskı altına alınmıştır. Çocuk yazınımızın gelişmesinin önüne geçen olumsuz etkenlerden birisi de, günümüzde il ve ilçelerde kurulan kitap değerlendirme komisyonları tarafından kitaplara, yazarlara sansür uygulanmasıdır. Ayrıca bu alanda eleştirmenlerin yok denecek kadar az oluşu, çocuk kitapları yayınlayan birçok yayınevinin; bu alanın bilgisine sahip bir yayın danışmanı ya da editörünün olmaması da ayrı bir sorundur. Çocuk ve gençlik edebiyatı alanında yazan, yazmak isteyen yazarlara bir reçete sunmak yerine; kendi düşüncelerimi ve ölçütlerimi yazmak isterim. Öncelikle; çocuğa sunulan yapıtın, çocuğa görelik ilkesine göre yazılmış bir edebiyat yapıtı olması gerekir. Ben çocuklara yazarken yaşamdan yola çıkarak; yaşamda var olan her şeyin, olayların, çelişki ve çatışmaların, doğadaki ilişkilerin, güzelliklerin ya da öteki gerçeklerin anlatılması gerektiğine inanıyorum. Ancak gerçekçiliği; estetikten, fantaziden ve mizah duygusundan uzak, kaba gerçekçilik olarak algılamıyorum. İletiler öğretmen tutumuyla, zorlayıcı bir biçimde değil, yaşamda olduğu gibi olayların akışı içinde verilmelidir. Aradığımız her şey yaşamda vardır; serüven de, fantazi de, umut da, direnç de... Kısacası çocuklar için yazarken, yazdığım yapıtta, yaşama soru sorarak bakma, araştırma, öğrenme, bilgi edinme; yaşamı olduğu gibi kabullenmek yerine, değiştirip güzelleştirme; sevgi, barış, kardeşlik, umut, emeğe saygı, mücadele gücü ve direnç vb. özelliklerin bulunması gerektiğine inanıyorum.
Nevzat Süer Sezgin-  Ayşe’nin Günleri’ adlı romanınızın, şiir kitaplarınızdan Seçme Şiirlerin Akdeniz’in Rengi adıyla, çocuk öykülerinizin bazılarının Almanca’ya çevrilerek Almanya’da Türkçe ve Almanca olarak yayınlandığını duymuştuk. Ayrıca Rusça, Arapça, Farsça ve Azerice’de yayınlanan kitaplarınız var. Şiirlerinizin de bazı dillere çevrilerek yabancı dergi, antoloji ve seçkilerde yer aldığını biliyoruz. Eserlerinizin farklı ülkelerde de okunduğunu bilmek size ne düşündürüyor, neler hissettiriyor? Yurt dışında Ülkemiz edebiyatını tanıtmak için kimler neler yapmalı?

Gülsüm Cengiz- Yapıtlarımın çevrilip başka ülkelerdeki okurlarıyla buluşması, beni mutlu eden bir durum. Edebiyat yapıtlarının çevrilip yayınlanması, yazara, hiç gitmediği bir ülkedeki okurla duygu ve düşüncelerini paylaşma olanağı sağlıyor. Bunun ötesinde doğrudan oradaki okurlarla buluşmak için okuma toplantıları düzenleniyor. Bunlar, bir yazarı geliştiren, dünyaya daha geniş bir pencereden bakmasını sağlayan olaylar. Ülkemiz edebiyatının yurt dışında tanıtılması için, 2005’ten bu yana T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığının TEDA Projesi aracılığıyla, yurtdışındaki yayıncıların, yazar ve şairlerimizin yapıtlarını yayınlama talepleri değerlendiriliyor ve yayınlanması için ekonomik destek sağlanıyor. Benim yabancı dillere çevrilip yayınlanan ilk kitaplarım yollarını kendileri açtılar. 2005’ten bu yana yayınlanan kitaplarımın bazılarıysa TEDA Projesi kapsamında destekleniyor. En son Aralık 2012’de seçme şiirlerimden oluşan Almanca-Türkçe şiir kitabım, Die Farbe des Mittelmeeres- Akdeniz’in Rengi adıyla Verlag Anadolu tarafından yayınlandı.

Nevzat Süer Sezgin-  ‘Yüreğim’ isimli şiirinizde;’Siz benim sakin olduğuma bakmayın/ Fırtınalar kopuyor içimde, Doluyum yağmur bulutları gibi/ Dokunsanız boşalmayacağım, hayır/ yağmak için baharı bekliyorum/ bekliyorum açmasını erik çiçeklerinin/sevgiyle dokunmak için yapraklarına/ yüreğim/ sönmemiş yanardağ/ sıcak coşkulu sessiz’ diyorsunuz.
Bir kadın şairin yüreği ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Biliyorum şiir yürekle yazılıyor ama bir kadın şairin aklı hakkında da bir şeyler söylemek gerekirse neler söylersiniz? Sizce 8 Mart Emekçi Kadınlar gününü kutladığımız şu günlerde ülkemizde yazma eylemine emek veren kadınların bireysel ve toplumsal sorunları nelerdir? Kadın Yazarlar bu sorunları aşabilmek için ne yapmalıdırlar?

Gülsüm Cengiz-Bir şairin yazdıkları yüreğinin yanı sıra aklının ve bilincinin sözcüklerle, dille ifade edilmesidir. İnsanın düşüncelerini, dilini belirleyense yaşadığı çevredir; nasıl yaşıyorsanız öyle düşünürsünüz, bu düşünceleriniz ya da duygulanımlarınız da üretimlerinize yansır. O nedenle şair kadının kendine ait bir dil edinebilmesi, bunun için sistemden kopup özgürleşebilmesi gerekir. Özgürleşme ise belirli bir mücadele ile olur. Şair kadının şiirde özgürleşmiş olması, içinde yaşadığı toplumdaki kadınların özgürleşmesi anlamına da gelmiyor. Kişinin içinde yaşadığı toplumdan bağımsız bireysel olarak özgürleşmesinin olanaklı olmadığını, toplumsal sorunlara duyarlılık göstermeden edinilen bireysel kazanımların tek başına yetmediğini düşünüyorum. Biz yapıtlarımızı yazarken; Bursa’da üzerlerine kilitlenen fabrikada yanarak ölen dokuma işçisi kadınların gerçeğini, İstanbul Desa’da eşinin ve çocuklarının desteğini alarak bir yıl direnen işçi kadının bu mücadelesini önemsemezsek, havan mermisiyle parçalanan kızının parçalarını eteğinde taşıyan, sözü, ağıdı boğazında tıkanıp kalan kadının, yedi yıl görmediği oğlunu cezaevinde görüşe gittiğinde kendi diliyle konuşması yasak olduğu için onunla kendisine öğretilen bir cümleyle konuşabilen Kürt ananın gerçeğini göz önüne almazsak kurduğumuz dil de şiirimiz de eksik kalır, diye düşünüyorum. Yazar kadınların günümüzde kuşkusuz birçok sorunu var. Çünkü,
toplumun genelinde kadınların ikincil konumları nasıl sürüyorsa, bu durum yazınsal alanda da kendini gösteriyor. Aydınlanmış, bilinçli ve sanatsal üretim içindeki insanların önyargılardan ve geri düşüncelerden arınmış olduğunu düşünürüz ya da arınmış olması gerektiğini… Oysa bazı istisnalar dışında gerçek böyle değildir. Bu alanda başarılı olabilmek için kadınların daha etkin çalışması gerektiğini düşünüyorum. Birilerinden bir şey beklemeden, eksikliğini duyduğumuz çalışmayı kendimiz yapmalıyız. Bugünkü durum geçmiş dönemlerden daha olumludur. Kuşkusuz ki şair kadınlar, içinde yaşadıkları toplumla ve yaşamla sıkı bağlar kurdukları, şiirlerini geliştirip özgün üretimlerle kendilerini gerçekleştirdikleri oranda durum daha da olumlu olacaktır.

Nevzat Süer Sezgin-  Evrensel Basım Yayın tarafından bizlere ulaştırılan ‘kadınlar için söylenmiştir/ anadolu’da kadınların şiirli tarihi’ isimli bir şiir antolojisi hazırladınız. Bildiğim kadarıyla kadınlar hakkında bu kadar kapsamlı edebi bir araştırma ve incelemeyi daha önce kimse yapmadı. Heyecanla okudum. Bir başucu kitabı oldu benim için. Bir okur olarak size ve yayınevine çok teşekkürler. Böyle bir çalışma yapmaya neden karar verdiniz?  Kaç yıl sürdü? Ben kendi adıma devamının gelmesini, yer almayan şairlerimizin de sayenizde tarihe geçmesini çok arzu ederim. Böyle bir çalışma yapıyor musunuz?

Gülsüm Cengiz- Bu kitabın kaynağı, İzmir’de gerçekleşen bir sempozyuma dayanıyor. 1992 yılında, British Council ve Ege Üniversitesi “20. Yüzyılda Kadın İmajları” başlıklı bir seminer düzenledi. Seminere TYS aracılığıyla davet edildim. Ülkemiz şairlerinin 1970’den sonra yazdıkları şiirlerdeki kadın temasını araştıran “20. Yüzyılın Son Çeyreğinde Türkiye Şiirinde Kadın” konulu sunumum hem yabancı katılımcılar hem de Türkiye’den çeşitli üniversitelerden gelen bilim insanları tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. Bu da bana, doğru bir şeyler yaptığım konusunda cesaret verdi. O günden sonra bu alandaki araştırmalarımı geriye giderek sürdürdüm. Sonuçta bu kapsamlı kitap çıktı ortaya. 20 yıl süren bu çalışmanın amacı; insanlık tarihinin başından bu yana yaşadığımız coğrafyada çeşitli evrimlerden geçmiş kadın yaşamlarına şiirli bir tanıklık sunmaktır… Şiirlerin yazıldığı dönemlerdeki değer yargılarına, kadının toplumsal yaşam içindeki yerine, kadın yaşamlarına ışık tutabilmek; kadınların değişme isteklerine, bu uğurda verilen mücadeleye, direnç ve umuda tanıklık etmek istedim. Kadının ya da daha doğru bir söyleyişle insanın özgürleşmesi için yapılan etkinlikler ve yürütülen mücadele için bir kaynak oluşturabilmek; kadının cins olarak da emekçi olarak da sömürülmediği bir dünya kurma ve insanın özgürleşme mücadelesine küçük de olsa bir katkı sunabilmek için...

Nevzat Süer Sezgin-  Sizin şiir hakkında ‘Yaşamı Savunmalıdır Şiir ya da Şiir Yaşam İçindir’ başlıklı bir yazınız var. Kurşun Kalem okurları için bu sözlerinizi biraz açabilir misiniz?

Gülsüm Cengiz- Şiirimin temelinde yaşam ve insan vardır. Yaşamın bütünselliğine inanıyor, şiirlerimde bu bütünselliği yansıtmaya çalışıyorum. İnsan gerçeğinin, içinde yaşadığı toplumsal koşullarla bağlantısını göz ardı etmeden. Sanatın işlevselliğine, sanatçıların da yaşadıkları çağa, toplumlarına karşı sorumlu olduklarına inanıyorum. Yaşamın bütünselliği içinde insanın gerçeğini yansıtmak, yaşanılanlara tanıklık etmek; insanın içindeki gücü, değişme ve değiştirme özelliğini yapıtlarla ortaya koymak; böylece insanlara direnç, umut ve mücadele gücü vermek gibi görevlerimiz olduğunu düşünüyorum.

Nevzat Süer Sezgin-  Sizinle konuşurken eğitimci kimliğinizden söz etmemek mümkün değil. Size göre eğitimle ilgili sorunlarımızın çözümü için kimler, neler yapmalıdır?

Gülsüm Cengiz- Bu da çok kapsamlı bir yanıtı gerektiriyor. Ancak kısaca, öncelikle ülkeyi yönetenlerin eğitim sistemini siyasi çıkarlarına alet etmemesi gerektiğini söyleyebilirim. MEB ve ülkeyi yönetenlerin, yasaları yapanların bu alandaki sorumluluğu çok büyük. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak eğitim sistemimiz sürekli değiştirildi. 1950’lerden sonra her gelen kendi sistemini getirdi. 1980’li yılların karanlık ortamında Türk-İslam sentezi temelinde bir eğitim sistemi oluşturuldu. Günümüzdeyse 4artı4 artı4 yasasıyla; ana kucağındaki çocuklar yuvaya gideceklerine 1. Sınıfa başlatıldı. Yine bu yasaya bağlı olarak 10 yaşın üzerindeki çocukların çırak öğrenci statüsüyle patron kölesi, kız çocuklarının evlendirilerek çocuk gelin yapılmasının yolu açıldı. Sorunun çözümü için eğitimci örgütleri mücadele ediyor, ancak anne babaların da bu mücadeleye etkin katılması gerekiyor.

Nevzat Süer Sezgin-Benim aklımda size sorulacak daha pek çok soru var, ama ne yazık ki   dergimizin söyleşilere ayırabildiği sayfalar sınırlı. Vedalaşmadan önce bu günlerde neler okuduğunuzu, neler yazdığınızı sormak istiyorum. Bir de  ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ için seçtiğiniz bir şiirinizi paylaşmanızı rica edebilir miyim?

Gülsüm Cengiz- Farklı türlerden kitapları aynı dönemlerde okurum. Bir araştırma yazısı nedeniyle Şükran Kurdakul’un şiir kitaplarını yeniden okuyorum; Çocuk ve Gençlik kitabı olarak Burhan Günel’in Doğa Anaya Yolculuk kitabı  var elimde. Ayrıca İsabel Allende’nin The House of the Spirits (Ruhlar Evi) romanını İngilizcesinden okuyorum. 6. şiir kitabımı yayıncıma yeni teslim ettim. Ayrıca, masamın üzerinde üç dosya var. Ayşe’nin Günleri ve Kayıp Sözcükler adlı romanlarımın devamı üzerinde çalışıyorum. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı, çocuk medyası vb. konularda yıllardır yazdığım yazıları bir kitaba dönüştürme çabası içindeyim. Henüz tasarı aşamasında başka çalışmalarım da var…

ŞİİR-
SENİN ADIN UMUT

Senin adın umut
sevginin, dostluğun, aşkın adı.
Masmavi gökyüzünün, gün ışıklarının
kırlarda gelinciklerin
peygamber çiçeklerinin sevinci,
kuytularda menekşelerin kokusu sensin.
Sen, sevdiğim her şeysin.

Al yazmalı güzelliğim,
grev halaylarının coşkususun başımda.

Sen,
deniz kıyısında yosun kokulu
bir bardak çaysın
birlikte içilen
ve yaşamaya sevdalı olan ben
seni seviyorum
sana inanıyorum.

Nevzat Süer Sezgin- Kurşun Kalem okurları adına çok teşekkürler. Yeni yapıtlarınızı heyecanla bekliyoruz.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder