ADNAN GERGER ile söyleşi



Nevzat Süer Sezgin-Merhaba..neredeyse 30 yıldır gazetecilikle uğraşan, sürekli basın kartı sahibi deneyimli bir gazeteci   ve öykü, şiir, anı, deneme,roman  ve araştırma kitapları olan bir edebiyatçısınız.Bize kısaca öz yaşam öykünüzü anlatabilir misiniz.?

Adnan Gerger-  1958 yılında Hani-Diyarbakır’da doğdum. Babam öğretmendi. Onun sayesinde küçük yaşlarda okuma alışkanlığını edindim ve bu alışkanlık giderek yazma yeteneğimi geliştirdi. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okurken, Yunus Koray arkadaşımla amatörce bir şiir dergisi çıkardık. Bu dergi bir sayıda kaldı ama profesyonel olarak edebiyata adım atmamı sağladı. O gün bugündür, edebiyat hayatımın bir parçası oldu. Farklı disiplinlerde yapıtlar vermemi sağladı. Çok sayıda dergide yazılarım yayınlandı, yayınlanıyor. Uğur Mumcu Araştırma Vakfı (Um-ag) , Edebiyatçılar Derneği ve Nazım Hikmet Kültür Vakfı’nda atölye çalışmalarına katılıyorum. Kitap yazıyorum.
Nevzat Süer Sezgin-İlk romanınız ve son edebiyat yapıtınız olan ,’Faili Meçhul Öfke’ ile Yunus Nadi’ roman ödülünü kazandınız.Kutluyor ve nice ödüllere diyorum. Ödül töreninde yaptığınız konuşmada duygu ve düşüncelerinizi;
 Yazma; bireyin  “varolma ve farkındalık” adına hayata meydan okumasının yanı sıra, insana, özgürce ve aşkla yaşamasının bir eylemidir diye düşünüyorum.
Yazma; bireyin aynı zamanda çağdaş duyarlılığının ve toplumsal bilincinin de işlevi olmalıdır. İşte bu nedenle hayat; gerçekleri ve gerekçeleriyle , kendi dışındaki süslü, yobaz, yapay imgelerle kokuşmuş dünyaları bir gün alaşağı eder.
Faili Meçhul Öfke isimli romanımda, yakın tarihin gizliliğini, kitlelere düzen diye yutturulan kaosun gizini aralamaya çalıştım… Ve bekleyenlere adadım.  Çünkü, belleksiz diye nitelenen ve yanılgılarıyla didişen toplumumuzda, elbette kurgulanmış ve kolajlı hayatlar yerine bu gerçekleri yazmak boynumuzun borcuydu. Romanımda çıkış noktamın politik yanını kışkırtan da işte bu vicdanî sorumluluktur.
Elbette, Yunus Nadi roman ödülünü kazanmanın benim için de bir çok anlamı ve önemi var. Her şeyden önce yazın hayatının pusulası olduğu kadar Yunus Nadi ödülünü değerli kılan bir başka etken de seçici kurul üyeleridir. Sonra, bir gazeteci olarak meslektaşı olmaktan gurur duyduğum Yunus Nadi’nin adını taşıyor.’ Diyerek anlattınız.
Ülkemizde yaşanan kaosun edebiyat dünyasına da yansıdığını düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız  kaosun içinde yaşayan,var olmaya çalışan  edebiyatçıya neler öneriyorsunuz? Edebiyatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz?Sizce edebiyatçıların sorumlulukları nelerdir?
Adnan Gerger-  Hayır. Yansımıyor. Eleştiri, Türk edebiyatının sorunsallığı da  buradan başlıyor ya... Ama yansımaya başladı. Bu nedenle, bir bildiri olmasını amaçladığım konuşmamda, hayatın gerçekleri ve gerekçelerinin neler olabileceğinden bahsettim. Romanımın çıkış noktamın neden politik olduğunu anlattım. Beni kışkırtan bu kör olası kaos oldu. Ama, kaosu ellerini ovuşturarak bekleyen insanlardan değilim. Bu ülkenin insanları hem de büyük bir çoğunluğu kaoslardan çok çekti. Çünkü yıllardır bize kaosu, hatta uğruna nice bedellerin ödendiği kaosu düzen diye yutturdular. İşte buna çok içerliyorum. Kaostan beslenen bir yazar olmadım. Bu nedenle kaosun içinde var olmaya çalışan edebiyatçılara herhangi bir şey önermem haddim değil ama, şu düşüncemi rahatlıkla paylaşabilirim ki, yazar çevresinde neler olup bitenlerin farkında olması gereken kişidir. Olmalıdır da. Elbette edebiyatın dönüştürücü gücüne inanıyorum. Çünkü edebiyat dünü bugüne, bugünü de yarına aktaran ve kalıcı kalan yaşamsal bir alandır, hem de bir eylem alanıdır. Bu yaşamsal alanın sahipleri, eylemcileri de edebiyatçılardır. Böyle bir misyonun sahibi olan edebiyatçılar, kabul etseler de etmeseler de toplumun dinamiklerini harekete geçiren kişilerdir, artık. Onlara önderlik yapmasalar bile toplumların dönüşümlerinde açılımlar yapan en büyük pay sahipleridir. Bu nedenle ‘varolma ve farkındalık’ adına sorumlulukları büyüktür.
Ödülle ilgili söylediklerinize gelince. Çok teşekkürler. Böylesine saygın bir ödülü almak bana onur verdi ama böyle bir ödüle layık olmak da gerek.  Bu ödül, daha çok çalışmamı, daha daha yapıtlar vermemi kulağıma fısıldadığını hissediyorum. Edebiyat böyle bir şey aslında. Siz ona nasıl yaklaşırsanız o da size aynı şekilde yanıt veriyor. Eğer edebiyatı ciddiye alır, saygı gösterirseniz ve özverili bir şekilde yaşantınızın bir parçası haline getirirseniz o da size saygı gösteriyor. Ta başından bu yana edebiyatın bir işçilik , bir emek, bir alın teri olduğuna inanmışımdır. Bu ödül, işte bu inancın karşılığıdır, işte.
Nevzat Süer Sezgin-‘Faili Meçhul Öfke’  beni , derin devletin kuşaklar boyunca bireyde yarattığı iktidar hırsının, iktidar uğruna insan davranışlarının nasıl vahşileşebileceğinin, içselleşen ve gündelik yaşamda hiç fark edilemeyen mini faşizmin nasıl sistemleşebileceğinin  ve böylesi bir ilişkiler ağında bile mümkün olabilecek  direncin, romanı olarak çok etkiledi.Siz romanınızı hangi roman türüne sokarsınız.Romanları ille de bir tür içinde hapsetmek gerekir mi?
Adnan Gerger- Roman yayınlandığında böyle bir tartışmaya hazırdım. Yazarken bile bu tartışmaya kendimi hazırlamıştım. Ve şu ana kadar benimle yapılan sayısız röportajlarda ve romanımla ilgili eleştirilerde hep bu olgunun altı çizildi. Ben bu yaklaşımları elbette saygıyla karşılıyorum ama biraz da şaşkınım. Neden ille bir tür? Bu roman bir dönemi anlatma iddiasıyla yola çıktı. Hangi dönem bu dönem.? Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de en sıkıntılı ve bu ülkenin geleceğinden, bugünleri yaşamamıza neden olan bir dönemi bu dönem. Peki, neler yaşandı, bu dönemde?  Karanlık. Hep karanlık noktalar. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki? Gerçekten artık ortaya çıkan ve tartışılmaya başlanan derin devlet dediğimiz yapılanmayı bir romanda anlatacaksanız hangi tür romanla anlatacaksınız ki? Cumhuriyet tarihimizin belki de en karanlık, en vahşi, en saldırgan bir dönemde (siz mini diyorsunuz, bana göre mini, maksi faşizm olmaz. Faşizm faşizm’dir) sistemleşen faşizmi anlatmak için bir yazara hangi seçenek bırakılır ki? Bir işkenceyi anlatmak için o kadar kolay mı? Hiç tanımadığım genç bir bayan okur, bana ulaştı ve kitabımı okumaktan vazgeçtiğini söyledi. Nedenini sorduğumda, “Çok sinirlendim. Sinirimden ağlamaya başladım. Gerçekten bunlar yaşandı mı? İçim geçti. Kitabınızı okuyamayacağım” diye yanıt verdi. Sorun burada olayları abartmadan, slogan atmadan tüm gerçeğiyle verebilmek. Yani yaşamın birebir tanıklığını yapabilmek. Bunu yaptığınızda romanın hangi tür olduğunun ne önemi var ki? Belki de kitabımı ilginç kılan bu özellik. Aşk romanı denilmiyor, ama içinde günümüzde rastlanmayan müthiş bir aşkın öyküsü var, tarih romanı değil, tarihi olguların hangi zamanda otuz yıl önce mi şimdi mi yaşanıyor belli değil, polisiye roman değil ama kurgu derin devletin içyüzünü sergileyen polisiye bir öykünün etrafında işleniyor. Ama okurlar, eleştirmenler romanımı istedikleri kategoride değerlendirebilirler, itiraz etmem. Bu roman bana kalırsa, bir dönemin tanıklığıdır, tarihsel yönü ağır basmaktadır, derim. 
Nevzat Süer Sezgin-‘Beklemeyi  Bilenlere ithaf ettiğiniz ‘faili meçhul öfke’ romanının bölüm adları da çok ilgi çekici ve merak uyandırıcı. Zaten roman  büyük bir merak ve heyecanla soluksuz okunuyor..İthafınız ve bölüm adları hakkında söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Adnan Gerger- Ne iyi ettiniz de böyle bir soruyu sordunuz. Bölümlere ad vermek, ilginç başlıklar bulmak ya da bu başlıklar bir dizeymiş gibi şiirsel (şiir yazdığım için) cümleler kullanmak, kitaplardan alıntılar yaparak bölümlerin girişlerine koymak bilinçli tercihlerimdi. Düşünerek yaptığım şeylerdi. Buradaki amacım hem kitabın kolay okunmasını sağlamak hem de okuyucuyu şaşırtmaktı. Bunu da başardım, başlıkların estetik kaygısı yüksek olunca okuyucu metne daha sahip çıkacaktı. Çıktı da. Söyleşilerimde okuyucular sorularını, “Hani, bakışların Akdeniz gülüşün İstanbul bölümü var ya” ya da “Gölgeler sığınağı bölümünde şöyle gelişiyor…” gibi soruyorlar. Akılda kalan başlığıyla birlikte kalıyor. İthafıma gelince. Evet, bekleyen bir toplumuz. Biz, her sabah uyandığımızda bu sabah güzel şeyler olacak ülkemizde diye uyanan kuşaktan geliyoruz. Ve hâlâ da öyleyim. Yarına olan inancımı hiçbir zaman yitirmedim. Hep inandım, yarın bizim için daha güzel bir gün olacak. Bu nedenle nasıl bedel öderse ödesinler inançlarını hâlâ yitirmeyenleri, hâlâ direnenlerin var olduğunu anlatmak için kitabımı “beklemeyi bilenlere” adadım.
Nevzat Süer Sezgin- Son elli yılda üç görünür, sayısız görünmez darbe geçirmiş bir ülkenin yeni kuşakları, içselleşen iktidar ilişkileriyle nasıl mücadele etmelidir?
Adnan Gerger-  Hayatın her alanında örgütlenmeliler. Mücadelenin esası sınıfsaldır ve örgütlenmeden geçer.
Nevzat Süer Sezgin-Ceren’e mektuplardan birinde,
‘Hep rahvan düşün hep tırıs yürü
yaşamak dediğin sabır küpü sanat
lal gecelerin dili, sanatçı ol kızım-
Sen gelince dünyalar güzeli kızım
gün ışığımda ipini koparmış binlerce uçurtma
eşkiya biraz ayışığı,beni hiç ele vermez    kızım…’ dizelerinize rastlıyoruz.Ceren’in şahsında gençlere dönük yüzünüz beni çok etkiliyor.Günümüzün genç kuşağı hakkında neler düşünüyorsunuz? Genç okurlarla aranız nasıl?
Adnan Gerger- Gençlere inanıyorum, tüm yüreğimle. Bu nedenle Ceren’e yazdığım şiirde de sanatçı ol derken, hayatı tanımalarını istiyorum, aslında. Bu nedenle gençlerle aram çok iyi. Onlar, benim gün ışığımda ipini koparmış binlerce uçurtma. Gümbür gümbür bir gençliğin varlığı beni umutlandırıyor. Onlardan bir “ağabey” olarak tek isteğim, bilinçli olsunlar. Bunun için de ne yapıp edip okusunlar ve her şeyi sorgulasınlar. Hiçbir şeye körü körüne bilgi sahibi olmadan inanmasınlar. İnanmayacaksınız ama, benim okurlarımın yüzde sekseni genç okur. Ki benim anlattığım bir otuz yıllık geçmiş. Onların bu istekli ve araştırmacı yönleri beni o kadar çok sevindiriyor ki, “Aferin Adnan, Aferin” diyorum kendi kendime. “İyi ki yazıyorum.”
Nevzat Süer Sezgin- Sizinle sayfalar dolusu söyleşmek mümkün. Çünkü çok boyutlu bir sanatçı kimliğiniz ve  yazdıklarınızla çelişmeyen ,dünya görüşü açık bir aydın duruşunuz var.Bir söyleşinizde Marx,’ın  ‘Kapital’ adlı yapıtındaki, ‘İnsanın ereği, gelecekte, maddi ihtiyaçlardan kurtulmuş olarak, yaratıcı gücünün sonsuzca gelişmesi olacaktır.’sözlerinden yola çıkarak toplumsal yaşamla sanat ürünlerinin ilişkilerini anlatıyorsunuz.Bunu ‘Kurşun Kalem’ dergimizin  okurları içinde biraz açıklar mısınız?
Adnan Gerger- İlk kez burada açıklıyorum. Artık sadece roman yazacağım. Hem de bir profesyonel olarak her şeyden elimi ayağımı çekeceğim ve sadece kendimi romana vereceğim. Yani, çok boyutlu bir kişi olmaktan çıkacağımJJJJJ. Ve sizin çok dikkatli bakışınıza, bu sorularınıza ayrıca teşekkür etmek istiyorum, gerçekten. Çok duyarlısınız. Evet, ben hep şuna inandım. Bir yazarın duruşu, dünya görüşü açık ve net olmalı. Neye inanıyorsanız onu söyleyeceksiniz. Ama neye inanıyorsanız inanın ama hep bir aydın gibi davranmalısınız. Oturuşunuzla, kalkışınızla,diğer insanlarla ilişkilerinizde hep bir aydın gibi davranmalısınız. Örneğin görgü kuralları bilmeyen bir aydın olabilir mi? Saygıyı bilmeyen bir aydın olabilir mi? Dedikodu üreten, çıkar peşinde koşan, gruplar oluşturarak edebiyatta var olmaya çalışan kişiler aydın olabilir mi? Buna hep dikkat ettim. Bunlar bırakın aydın olmayı, çağdaş bir insan olmanın bir gereğidir, aynı zaman da… Marx’ın Kapital’deki bu sözü işte emeğin çelişkisinin ne kadar derin olduğunu da ve aynı zamanda nasıl çarpıtıldığının da bir kanıtı, değil mi? Her şeyi rant haline dönüştüren ve egemen güçlerinin sanatı da eline geçirmeye çalışan yaşamda, emeğe saygı gösterilmesi konusunda bizlere büyük görevler düşüyor. Bu görev bir örgütsel mücadeledir ve hem de emeğin en yüce değeri olduğuna yakışır bir mücadele. Çünkü emeği savunmak sadece aydınlarımızın, yazarlarımızın değil toplumsal boyutta sosyal refahın sağlanmasını sağlayacaktır. Maddi ihtiyaçları çelişkisinin boyunduruğundan kurtulan insan, kendini daha özgürce ifade edecektir. 
Nevzat Süer Sezgin-Çok teşekkür ediyor, yeni yapıtlarınızı heyecanla bekliyor, ve yeni çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Adnan Gerger – Ben teşekkür ediyorum. Yeni yapıtlar üreteceğime de size ve ‘Kurşun Kalem’ Dergisi’nin okurlarına söz veriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder