Bu
soru çok geniş ve uzun yanıtlar gerektiren bir soru. Bence artık hemen her kesimdeki medya etkisini çocuklar,
gençler, yetişkinler ve toplumumuz açısından derinliğine incelemenin ve bu
tartışmayı yaygınlaştırmanın zamanı
geldi de geçiyor bile. Son yıllarda gündeme gelen ‘Medya Okur yazarlığı’
ve ‘Medya demokrasisi’ kavramlarını yaşama geçirmenin ilk adımları medyayı iyi
incelemek, bize ne yaptığını iyi analiz etmekten geçiyor.
Pilot
okullarda İlköğretim 4 .ve 5. sınıflarda isteğe bağlı ders olarak konulan medya okuryazarlığı önemli bir ilk
adımdır, ancak uygulamada medya okur yazarı olmayan anne babaların,
öğretmenlerin, güdümlü programcıların elinde büyüyen çocuklarımızın kafalarını
karıştırmaktan öteye gidememektedir. Çünkü çocuklar temel eğitim çağlarında
notla ölçülen ezberlenmiş ders
bilgilerinden daha çok, çevrelerindeki yetişkin davranışlarını model alarak
yani yaşayarak öğrenirler.
Sınavlara
koşullu ezberci eğitim sistemimiz 1950 li yıllardan bu yana çocuklara ve
gençlere kendi geleceğini planlama, seçme yetisini geliştirme, sorun çözme
becerisini oluşturma, bilgiyi sorgulama, araştırma, öğrenme coşkusunu diri
tutma, zamanını iyi kullanma gibi beceriler kazandıramadığından, 70li yıllardan
beri evlerde en etkin eğitimci televizyonlar oluvermiştir.
70li
yıllarda başlayan çanak, çömlek, battaniye için okudukları gazete ve
dergilerden vazgeçen her meslekte yetişkinler, Brezilya dizilerinin, Dallasların,
Komiser Kolombo’ların başından kalkmayan anneler babalar, neredeyse anneanne,
babaanne olmak üzereler.Ve onlar, onların çocukları ve torunları şimdi bütün
zamanlarını televizyonlardaki dizilere, maçlara, yarışma programlarına göre
ayarlayan birer ‘ kanape hödüğü ‘(couch potatoes) olarak yaşamakta, kilo almakta,
kilo vermek için yine televizyonlardan medet umarak ömürlerini tüketmekteler.
Her
çeşit Medya karşısında insanlar ön dikkat taramasından sonra saniyelerin akış
hızıyla bilişsel ve duygusal tepkiler geliştirmekteler. Bu tepkiler hoşlanma
veya hoşlanmama, zihinde karşı kanıtlar üretme, inanma, özdeşleşme ve yansıtma
şeklinde belirebilir. Zaman içinde pekişen bu tepkiler bireyde ona sunulan
modelle veya marka ile ilgili davranış biçimlerine dönüşür. Birey eğer aldığı
gazeteyi veya dergiyi, dinlediği radyoyu, izlediği televizyon programını
bilerek ve isteyerek seçebilmiş, bu yetiyi kazanmışsa sonuçlarına da katlanır
ve sorun yoktur. Ama tencere tava, zayıflama ilacı, futbolcu posteri v.b.
armağanlar için gazete dergi alıyorsa, akşamdan sabaha elinde uzaktan kumanda
kanal kanal gezip, diziler içinde kayboluyorsa, eğilmiş, bükülmüş, tahrif
edilmiş haberlere hemen inanıyor ve gündelik yaşamını ona göre planlıyorsa bir
süre sonra kendiliğinden bir kısım
medyanın al dediğini alan, seç dediğini seçen bireylere dönüşür. Bireyler hiç
düşünmeden sürüler halinde hareket eden , veya sürüler halinde uyuklayan toplulukları oluşturur.
Medyanın
bireyler ve toplum üzerindeki etkisi onun varlık nedenidir.Ancak günümüzde bu
varoluş bir kısım medya ile toplum arasında ideolojik ve organik bağımlılık
haline dönüşmüştür.Bu gün ülkemizde yaygın medya haber tahribatı
(dezenformasyon),haber gizleme (Mizenformasyon),doğrudan propaganda ve haberi
eksik ya da fazla verme, ters çevirme (manipülasyon) gibi yöntemlerle kitlelere
karşı en temel görevi olan haber iletme görevini çarpıtarak toplumu kamplara ayırmaktadır.
Özellikle
televizyonlarda reklamlardan, dizilere, kadın programlarından, çocuk
programlarına ,spordan, bilgi yarışmalarına ,kadar hemen her programda
izleyenlerin cinsellik ve açlık içgüdülerini tahrik ederek,sürekli ‘daha çok için’
talep yaratma, şiddet öğesini kullanarak yalnızlaştırma ve korkuyu
içselleştirme gittikçe yaygınlaşmaktadır.
İnsanımızda bir yandan kısa yoldan, her güzel şeye sahip
olma arzusu artarken, bir yandan da sorunları uzlaşma, ortak akıl yürütme,
yaratıcılığı ve üretimi geliştirerek çözmek yerine kaba kuvvet kullanarak, baş
etmek doğal bir davranışmış gibi gelişmektedir. Artık “amaca ulaşmak için her
yol mubahtır” anlayışı topluma egemen olmaya başlamıştır.
Son
yirmi yıldır televizyon her geçen kitap okurunu biraz daha yok etmektedir. Eğitim
Sen’in yaptığı bir araştırmaya göre Üniversite ve dengi okul mezunlarının
‘neden kitap okumuyorsunuz’ sorusuna verilen yanıtlarda yüzde 30.3 ü sebep
olarak televizyon seyretmeyi tercih ettiğini belirtmektedir.
Elektronik
cihazlar ve Reklam Verenler Derneğinin ortak araştırmasına göre ülkemizde her
gün ortalama 3 saat 40 dakika televizyon seyredilmektedir. Bu haftada 25 saat
40 dakika eder. Oysa bu durum Almanya da haftada 16 saat, Hollanda da 12
saattir .
Gene
aynı araştırmaya göre temel eğitim
çağındaki çocukların yüzde 31 i ( 0-9
yaş) anneler ve babalarla birlikte onlar ne izlerse izleyerek, yatıncaya kadar
ekran başında kalmaktadırlar.
Dört
TV kanalında yapılan bir başka araştırmaya göre saatte 213 anlık şiddet
görüntüsü sunulmaktadır. Sözel saldırılar,
tehdit, korkutma, dayak, tecavüz, öldürme, eşya fırlatma, ölü insan, tabut,
korku veren hayvan, ev ve trafik kazaları görüntülerinin bir günlük toplamı
3406 olarak belirlenmiştir.Ne yazık ki bu görüntülerin sıklık sıralamasında
çizgi filmler ve haberler ilk sıralardadır. Her üç çocuğumuzdan birisi bu görüntüleri yaşamın doğal bir
parçası olarak algılamakta ve kendisi doğrudan şiddete maruz kalmasa bile
içselleştirmekte ve kabul etmektedir. Biraz büyüyünce bir kısmı şiddeti
uygulayandan kaçmakta ve edilgenleşmekte, diğer bir kısmı ise bizzat şiddet
uygulayarak sorunlarını çözme yolunu benimsemektedir.
Böylece
şiddetin kuşaklar arasında yeniden üremesi, çatışmaların artmasıyla bir korku
kültürü oluşmaktadır. Ülkeyi yönetenlerin talepleri doğrultusunda barış ve
uzlaşma kültürünün oluşması engellenmektedir.
Çünkü şiddetin artarak
ürediği toplumlarda;
·
Bilginin, erdemin,
yaratıcılığın yerine, her çeşit fiziksel gücün veya parasal gücün değeri geçer.
·
Bireylerde sorun
çözme becerisi yerine kendisinden olmayanla çatışma davranışı gelişir.
·
İletişim becerisi
yerini küsme ve kavga becerisine terk eder.
·
İnsanın en doğal
ihtiyaçlarından birisi olan ‘Ait olma ihtiyacı’ çetelerle,tarikatlarla
giderilir.
·
Kendisi, ülkesi,
insanlık için sorumluluk duymak yerine güvensizlik gelişir, saldırganlık ya da
içe dönmeler artar. Her gün tüm medyadan tavsiyeler aldığımız depresyonlar,
nevrozlar olağanlaşır. Şiddet her geçen gün büyüyerek kendini yeniden üretir.
Bir kısım medyanın gündelik yaşamda insan davranışlarına olumsuz etkileri:
·
Fazla televizyon seyredenlerde ,şişmanlık,yeme
bozuklukları (maç bira içmeden,cips yemeden seyredilmez öğretisi gibi),göz
yorgunluğu ve elektro manyetik etkilenmelerden kaynaklanan çeşitli bedensel
rahatsızlıklar özelikle çocuklarda olmak üzere her geçen gün artmaktadır
·
Doğal yaşamın
gerektirdiği şiddet tepkisi (cana kastedilince veya aç kalınca gösterilen
tepki) ile kişilik bozukluğundan oluşan şiddet tepkisini birbirinden
ayıramama,şiddeti doğal bir davranışmış gibi algılama,öğrenme,kabullenme.Bazı
heveslere ulaşamayınca şiddeti uygulama (Yılbaşı gecesi Taksim’deki otele
saldıranların yaş ortalaması 16 idi.) Hatta vahşeti sevme.
·
Dilimizi bozuk
öğrenme ve kullanma ve dolayısıyla düşünme bozukluğu.
·
Analiz, sentez, kıyaslama,
sebep sonuç ilişkilerini kavrama becerilerinde azalma. Hatta giderek yitirme. Bağlandığı
medyanın beyni ve sesi olma.
·
Pekiştirmenin gereğini
algılayamama.
·
Abartıyı ve
yalanı olağan bir şeymiş gibi öğrenme ve kabullenme.(Yağın % 98 hafif olması
gibi)
·
Kolay yoldan
zengin olma düşleri.(Topçuluk,popçuluk, TV yarışmaları,piyangolar,,v.b.)
·
Okumaktan ,kendi
düşlerini yaratmaktan uzaklaşma.Ona sunulan reklam ve dizi düşleriyle yetinme.
·
Sorun çözme
becerisini yitirme.Sorunlardan
kaçma.Sanal dünyadaki yap bozlara
alışma (Özellikle
bilgisayar oyunlarıyla) , gerçek dünyadaki, gerçek sorunlara karşı duyarsızlık. Medyayı
sorunların çözümü için tek araç gibi algılama.
·
Özellikle 9
yaşa kadar Sanal
dünya ile, gerçek dünya
arasındaki farkın, farkında olamamaktan kaynaklanan duygusal ZEDELENME
·
Bu zedelenmeye
maruz kalan çocuklar, ön ergenlik ve ergenlik
çağlarında daha da önemli sorunlarla
karşılaşabiliyorlar.
·
Yenilmeye karşı
öfke.,Yenmek için aşırı
hırs.
·
Çocuklarda çizgi film ,gençlerde ve yetişkinlerde dizi kahramanlarına özenme.
·
Mucizelere ,üstün
güçlere ,sihirlere inanarak ve bekleyerek yaşama.
·
Kendi iç
enerjisinin farkına varamama.
·
Doyumsuzluk
·
Sabırsızlık
·
Sesten ürkme.
·
KORKU
·
Çocuklarda ve
gençlerde toplumsal yaşamın ve
kendi yaş grubunun
doğal gelişimine uymayan
erken cinsel MERAK. Ve deneme
arzusu.İki insan arasındaki
cinsel ilişkinin duygusal
boyutunu anlayamama.
·
Cinselliği şiddetle
yalanla, aldatmayla özdeşleştirme.
·
Cinselliğin haz
veren mahremiyetini öğrenememe.
·
Aşk, sevgi, cinsellik kavramlarını
salt cinselliğe indirgeme ve
gençlik çağlarında artan
bir cinsel doyumsuzluk.
·
Çeşitli cinsel
objeler ve cinsel birleşme
teknikleri karşısında kafa ve duygu
karışıklığı. (Araştırmalara göre
bazı kiralık T.V.programlarında ve internet ortamında % 20
oranında erotizm ve porno
içerikli programlar var. Bu
programların çoğu cinsel şiddet, taciz, ensest, hayvanlarla seks, çocuk pornosu, grup seks,
teşhircilik gibi öğeler
içeriyor.Cinsel yabancılaşma ve Cinsellikten korkma. Yaygınlaşıyor.)
·
Yaşamın ve dünyanın
kötü olduğuna inanma.
·
Çocuklarda ve
gençlerde derslerde başarısızlık. Dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu.
·
Aile içi
iletişimsizlik. Aileyi küçümseme.
·
Hiçbir şeyin düzelmeyince
inanma.
·
Özgüven kaybı.
·
Çevresindekilere,
özellikle en çok ihtiyacı olan ebeveyne, öğretmene ve arkadaşa güven kaybı.
·
Çaresizliği
kabullenme. Öteki dünyalardan medet umma.
·
Takım ya da ekip olamama.
·
YALNIZLIK
NELER YAPABİLİRİZ ?
Bir kısım medyanın ve özellikle televizyonun bizi,
ve çocuklarımızı yönetmesine
izin vermeyip biz
onu yönetebiliriz.Bunun için gündelik yaşantımızda aşağıdaki tuzaklara
düşmemeye özen göstererek işe başlamalıyız
·
Akşamları eve
gelir gelmez hemen ve hiçbir
seçim yapmadan televizyonu
açmamalıyız.
·
Evin her yerine, özellikle çocuklar
için riskli bölge dediğimiz çocuk
odasına T.V. koymamalıyız. (ÇOCUKLAR TELEVİZYONU
ÇİKOLATA SEVER GİBİ
SEVERLER.Yani doyumsuzca ve bilinçsizce.) Yatarak T.V. seyretmek yetişkinler ve çocuklar için
kolayca bağımlılığa
dönüşmesine neden olabilir. Ayrıca çocuk odasındaki T.V.leri kontrol şansınız azalır.
·
Ailenin bir araya geldiği yemek
saatlerinde T.V. açmamalıyız.Aile içi iletişimi
katletmenin en kolay yoludur.
·
Küçük çocukların bakıcılarına, ya da yakın akrabalara
çocuğunuzu çizgi filmlerin karşısına
oturtmaları için izin vermemeliyiz. Yerine birlikte oynayabilecekleri oyuncaklar, boya, yapıştırma kesme etkinlikleri, oyun hamurları, verebilir, kaliteli
masal kasetleri dinleyip, üzerinde konuşmalarını
rica edebiliriz.
·
Programlara bakıp, kim için?Hangi program uygun?Ne
zaman? Ve Nasıl seyredeceğiz?
sorularını yanıtlama alışkanlığını, ortak karar
verme becerisini ailecek geliştirmeliyiz. Bunu yapmadan elimizde uzaktan kumanda aleti
kanaldan kanala koşarken, aramızda çocuklar olduğunu unutmamalıyız. Zapping alışkanlığından
kurtulmak zorundayız..
·
TAKLİT öğrenme süreci ve yöntemlerinin çok
doğal bir
parçasıdır.Çocuklarımızın NEYİ? KİMİ
? NASIL? taklit
ettiğini iyi izlemek ve
fikir sahibi olmak
durumundayız.
·
Günümüz çocuğu,
artık büyüklerin yarattığı
dünyaya kuşkulu gözlerle bakmayı öğrendi. Bunun kalıcı ve
davranış bozucu kaygı ve korkulara dönüşmemesi için, onunla beraber olmalı, T.V.izlerken, bilgisayar da
oyun oynarken, internette siteleri dolaşırken konuşmalıyız.
· Konuşurken kendi duygularımızı
kaygılarımızı, korkularımızı içtenlikle
paylaşmalı ve didaktik olmayan
bir tarzda, dostça bir yaklaşımla:
Gerçek olanla—Sanal Olanı
Yakın olanla—Uzak olanı
Çözülebilir sorunlarla—Kabul edilmesi gereken sorunları
analiz
yetisini geliştirmesine destek
olmalıyız. Bu aynı zamanda seçme
yetisinin gelişmesine de yardımcı
olacaktır. Okulda ve evde
seçenekli düşünme becerisinin gelişebileceği ortamlar yaratarak, onu
dinlemeli, anlamalı ve sorun çözmesine
destek olabilmeliyiz.Temel
eğitim çağında SEÇME
YETİSİ gelişmiş bireyler, yaşam boyu
başlarına gelebilecek her
tür şiddetle ve sorunla daha
kolay baş edebilirler.
·
Çevre, doğa, tarih
v.b. belgeselleri izlemesini teşvik edebiliriz. Yaşamı savunmak
için gösterilen şiddet tepkisi
ile, kişilik veya sosyal bozukluktan kaynaklanan şiddet tepkisi arasındaki
farkı, çocuklar bu belgeselleri
izleyerek kolaylıkla öğrenebilirler. Belgesel
izlerken yanında olabilirsek, bizde çocuğumuzla yaşamın ve doğanın mucizesini
yeniden keşfetmenin coşkusunu yaşar ve çocuğumuza katabiliriz. Çocuklarımıza her
kötülüğe ve şiddete
karşın , yaşamda binlerce iyilik , güzellik ve
yaratıcılık olduğunu gösterebiliriz.
·
Medya karşısında birbirimizin hiçbir duygusunu yargılamadan
anlamaya ve dinlemeye çalışmalıyız. Örneğin savaştan korkan bir
çocuğa”Evet dünyanın içinde bulunduğu bu durum
çok üzücü ve
korkutucu, ben de üzülüyor ve
korkuyorum. Ama ‘biliyorsun değil mi? SEVİNÇLER PAYLAŞILINCA BÜYÜR. ÜZÜNTÜLER PAYLAŞILINCA
AZALIR VE DAHA
KOLAY ÇÖZÜM ÜRETİLEBİLİR. Duygularımı seninle
paylaşmak bana iyi geldi.İyi ki varsın”
deyip sarılabiliriz..
·
Bilgisayar oyunları
seçerken yanında olup
katkı koyabiliriz.
·
Bilgisayar oynama, internette gezme, T.V. seyretme saatlerine
sınır koymalıyız.
Onda işinin
öğrencilik olduğu ve eğlenmenin okulla
ve evle ilgili sorumlulukları yerine
getirdikten sonra hak edilebileceğinin bilincini
yerleştirmeliyiz. Bu bilincin yerleşmesinde okuluyla sürekli bir
işbirliği içinde olmalıyız.
·
Kitap okuyarak
örnek olmalıyız. Hafta sonları için T.V.ve bilgisayar
yerine ailecek uygulanabilecek alternatif programlar yaratabiliriz.
·
6
yaşın ikinci yarısından
başlayarak T.V. izlerken teknik
temel bilgileri ona
katabiliriz.Efektler, görüntüler, ses düzenleri, reklamlar gibi.
·
KENDİMİZE BAKARAK
NASIL BİR MODEL
OLDUĞUMUZ KONUSUNDA ÖZELEŞTİRİ YAPABİLİRİZ.VE ÇOCUKLARIMIZ İÇİN
GELİŞEBİLİRİZ.
“ EN KÖTÜ ŞEY KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLAŞMASIDIR.”
Arient’in bu
sözü günümüz dünyasının
tanımına uymaktadır. Kötülük çocuklarımızın kaderi
olmayabilir. Çocuklarımızın eğitimi hangi meslekte olurlarsa olsunlar
tüm yetişkinlerin sorumluluğundadır. Bu nedenle Şiddet pompalayan Medya
kuruluşları karşısında hep birlikte yapabileceklerimiz daha da değerli ve
önemlidir.
Çocuklarımız için, her
yetişkinin Medyayı sorgulama ve yönetme sorumluluğu olduğu, bilincini
toplumsal yaşamımızdaki herkese yayabiliriz.
Çocukların uyanık olduğu
saatlerde şiddet içeren görüntülerde ısrar eden
kanalları, telefonla, imza toplayarak,
seyretmeyerek, okul aile birlikleri ve diğer sivil toplum kuruluşları, sivil
girişim grupları olarak ziyaret
ederek uyarabilir, gerekirse
protesto edebiliriz. Kendi aramızda medya izleme komiteleri oluşturabiliriz.
Çocuk programlarının hazırlanmasında mutlaka uzman görüşü
alınmasını Medyadan ısrarla talep edebiliriz. Şiddet içeren ucuz
Amerikan ve Japon yapımı Çizgi filmleri
protesto edebiliriz.
Bazı programların hemen kaldırılmasını
talep edebiliriz.
Filmler, diziler, haberler v.b.
programların kesilerek şiddet içeren programların reklamlarının yapılmamasını talep edebiliriz.
Şiddet görüntülerinde ısrarcı
kanallara, gazetelere v.b. medya organlarına
reklam verilmemesi için iş dünyasına talepte bulunabiliriz. Medyada
kadınlara yapılan çok boyutlu ayrımcılıkla mücadele edebiliriz.
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİYLE
İŞBİRLİĞİ İÇİNDE BU SORUMLULUĞUN YAYGINLAŞMASINI VE İÇSELLEŞMESİNİ
SAĞLAYABİLİRİZ.
Hemen
şimdi bu konuyu önemseyip ortak akılla yeni ve şu an aklımıza gelmeyen etkili yöntemler yaratabiliriz.
KİRLİ ŞİDDET İÇEREN VAHŞİ VE ÜMİTSİZ BİR YAŞAMA KENDİMİZİ VE ÇOCUKLARIMIZI MAHKUM
ETMEYEBİLİRİZ
Unutmayınız!..
MEDYA BIÇAK GİBİDİR.
EKMEKTE KESEBİLİRSİNİZ.
ADAM DA ÖLDÜREBİLİRSİNİZ.
Nevzat Süer
Sezgin
Eğitimci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder