Ezber Bozan Bir Roman; "Sakız’ın Gözyaşları"



Can Eryümlü'nün son romanını bitirdiğimde edebiyatın insanlığı iyiye, güzele, adalete, barışa doğru dönüştürebilecek en değerli sanat dallarından birisi olduğu kadar, çok değerli bir eğitim aracı da olduğuna bir kez daha inandım.
Bence Türk edebiyatının başyapıtlarından birisi olan , Kalimerhaba İzmir'den sonra, Can Eryümlü'nün yeni romanını heyecanla bekliyordum. Nihayet 'Sakız'ın Gözyaşları' okurlarla buluştu.
Ön kapaktaki yazı karakterlerinden, fon rengine, Eugene Delacroix tablosundan, arka kapaktaki yazarın güler yüzlü resmine kadar zarif bir paket içine yerleşmişti. Daha kitabı okumaya başlamadan arka kapakta gözüme çarpan, "İlyas ya da İlias olarak doğmak senin seçimin miydi? Yaptığın tek seçim işkencede konuşmak olmuş, ama öldürttüğün adamın oğlu sana düşman değil. Seçmediklerinle suçlanırken seçtiğin hatadan bağışlanmışsın. Ne yaşam ama!" alıntısı ise şimdiden heyecanlı ve düşündürücü bir okuma serüveninin başlayacağını muştuluyordu.
Üç yüz otuz dokuz sayfalık okuma yolculuğum boyunca sık sık "işte edebiyatın dönüştürücü gücü" diye düşündüm. Yazar, bir okur olarak beni roman kahramanı mimar Fatih'le birlikte yeni bir öğrenme sürecine sokuverdi. Ben de Fatih gibi ilk önce, Türk-Yunan ilişkileri, yaşanılan savaşlar, krizler, ölen binlerce insan hakkında bana öğretilenleri savundum. Hırslandım, kızdım, öfkelendim. Kendimi zaman zaman aptal gibi hissettim. Okudukça yeniden kızdım, yeniden duruldum ama sonunda bize öğretilenleri sorgulamaya başladım.
Eryümlü, Fatih'e ve bana önce bakmasını öğretti. Sonra gezdirdi. Araştırmanın tadını yaşattı ve nihayet yeniden ve yaşayanlardan öğrenmeye başladık.
Ülkem, Avrupa, Yunanistan, hatta dünya halkları hakkında öğrendiğim her yeni gerçek Fatih gibi beni de çok sarstı, ama her sarsıntıda, hem kendim, ülkem, tarihim hakkında yeni şeyler öğrendim, hem de yaşamlarımızı yeniden gözden geçirdim. Nasıl öğrenmemiz gerektiğini, dili, dini, ırkı, rengi ne olursa olsun halklara anlatılan resmi tarihlerin sadece yönetenlerin işine geldiği gibi kurgulandığı gerçeğiyle yüz yüze geldim. Yakın tarihimizi sadece okullarda ezberletilen bilgilerle öğrenmenin, başka ülkelerin insanlarına karşı oluşan duygu ve düşüncelerimizi nasıl belirlediğine şahit oldum. Aynı biçimde eğitilen başka ülke insanlarının da bizler hakkında oluşturduğu önyargıların pek de farklı olmadığını üzülerek gördüm. Zaman zaman kendimden utandım.Gezmenin, görmenin, insanları dinlemenin, önyargılardan kurtulmanın önemini bir kez daha anladım.
Kitabın ilk sayfasındaki Goethe'nin "Tarihi anlamayanlar onu bir daha yaşamak zorunda kalır,' sözlerinin gerçekliğini yüreğimde hissettim. Ülkeleri yönetenlerin çıkarları uğruna halkları gerçek tarih bilincinden neden ve nasıl uzak tuttuğunu ve gene kitabın girişinde yer alan "Tarih tekerrürden ibarettir" sözünün neden Türk'lere ait olduğunu yeniden fark ettim.
İnsanları etnik veya dini nedenlerle birbirine düşürmeye devam eden, para kokulu kanla beslenen uluslararası emperyal sermayenin bütün ülkelerde benzer senaryoları yaşama geçirdiklerine bir kez daha şahit oldum. Sakız'da gözyaşlarını akıtan oyunların, Çeşme'nin ya da dünyanın bir başka yerindeki herhangi bir bölgenin gözyaşlarıyla aynı olduğunu hissettim. Bir yandan  öğretilen "nefret" duygusunun  koşullar uygun olunca ne kadar  büyük bir hızla katlanarak büyüyebileceğinden korkarken, diğer yandan yaratıcılığın, anlayışın, sevginin, iletişimin insanda yarattığı mucizelere tanık oldum.Seçmedikleriyle suçlananların, onları  yönetenlerin yarattıkları sistemlerle ilişkisini yeniden sorguladım.
Bu romanda Eryümlü'nün akıcı, yalın diliyle, kurgusuyla ve anlatımıyla zihnimde yarattığı ezber bozduran tarihsel birikimine, felsefi derinliğine, doğanın rengini, kokusunu, yemeklerin tadını hissettiren edebi yeteneğine hayran oldum. Çünkü tarihi bilgilerin roman diline yedirilerek anlatımın kuruluktan ve didaktiklikten kurtarılması, büyük bir çaba ve birikim gerektirir. Çünkü diyalektik düşünce tarzını içselleştirmiş bir zihne ihtiyaç vardır.
Bu romanla, Çeşme'nin doğal güzelliklerini, tarihsel  geçmişini ve insanlarını  yeniden keşfettim. Zorluklara direnen ağaç olarak bilinen ve insan sağlığı için çok değerli olan  Sakız ağacından ismini  alan adayı, şimdiki zamanda ve geçmişte sokak sokak dolaştım. Kiliselerini, lokantalarını, kırlarını, evlerini gezdim. Adalılarla sohbet ettim, şarkılar söyledim.
Sakız'ın Gözyaşları'nı bitirdiğimde edebiyatın insanlığı iyiye, güzele, adalete, barışa doğru  dönüştürebilecek en değerli sanat dallarından birisi olduğu kadar, çok değerli bir eğitim aracı da olduğuna bir kez daha inandım.
Bir okur olarak hangi bilginin kimlerden ve nasıl öğrenileceğinin çok önemli olduğu günümüz koşullarında, resmi tarihe alternatif olarak kurgulanan, araştırmalara dayalı ve ezberlerimizi bozabilen edebi eserlerin çoğalması dileğimle Eryümlü'ye ve Pupa Yayınlarına çok teşekkür ediyorum.(NSS/BÇ)
Nevzat Süer Sezgin
(Bianet’te yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder