YEDİ YEŞİL FİL



            İlk öykü kitabı “Hiçbir Şeyin Beklentisi” ile yazın dünyasında adı duyulan Gönül Çatalcalı, ikinci kitabı “Yedi Yeşil Fil” ile karşımıza çıktı bu kez.
            Bu kitap, isminden, ön kapağına, yazarın öz geçmiş anlatımından, içindeki öykülere dek beni sürekli şaşırtan ve okudukça mutlu eden  bir öykü kitabı oldu.
            Doğrusu, kitabı ilk gördüğümde “Yedi  yeşil Fil” ismi bende  bir çocuk ya da ilkgençlik kitabı çağrışımı yapmıştı. Ama kitabı elime alıp baktığımda; ön  kapak, biz okurlara  kadınları çevreleyen prangalara ve kadınların özgürlük taleplerine doğru bir yolculuğa çıkacağımızı, bu yolculuğu bazen keyifle, bazen de hüzünle yapacağımızı  hissettiriverdi.
Merakım arttı. Böylesine özenle hazırlanmış bir kitabı inceleyip de içini merak etmeyecek bir öykü sever  yoktur diye düşündüm. Ama beni daha çok meraka düşüren, yazarın   özgeçmişinin    başlangıç tümcesi oldu.
Gönül Çatalcalı,
“Dünya vatandaşı, Türkiyeli, Egeli, Akhisarlı, Karşıyakalı.”
  Kendisini dünya vatandaşı olarak tanımlayan eğitimci yazar, özgeçmişinin bir başka yerinde “yazıyorum, yaşıyorum” diye özetlemiş yazın serüvenini. Yani yazmazsa yaşayamayacak. Dünya vatandaşı olduğuna göre de   yerelden, evrensele uzanan bir bütünlük içinde yazacak. Bu tümcelerin bende yarattığı coşkuyu sürdürecek hatta artıracak başka satırlarla karşılaşıyorum sonra;
“Edebiyatın karasularında bir kabuk değiştirme yaşayan yazarın; orada, hayatın içinde ol-a-madığı kadar anarşist, karşı dur-a-amadığı kadar protest, dillendir-e-mediği kadar ödünsüz, görün-e-mediği kadar duyarlı, söyle-ye-mediği kadar eleştirel, kendisinin bile farke(d)-e-mediği kadar biriktirici” olduğunu öğreniyorum. Yazarına ilişkin çok geniş bir perspektif sunuyor bu satırlar.
Gönül Çatalcalı, yazmanın keyifli olduğu kadar, yazanı ve çevresini tüketen bir eylem olduğunu  savunarak, kendisini bir ‘zaman hırsızı’ olarak tanımlayıp zamanlarını çaldığı kişilere yapıtını armağan ediyor.
Pek çok kitabın yazarı tarafından en yakınlarına, sevgililerine, hatta yazarın yaşamından çıkıp gidenlere bile armağan edildiğine çok rastlarız. Ama  böylesi zarif  bir özeleştiriyle armağan edilenine ilk kez tanık oluyorum. Kitabın henüz içindekiler bölümüne bile gelmeden bana bu kadar çok düşünce ve duygu katan öykü yazarıyla pek fazla karşılaşamadığım için kitabı merakla okumaya koyuluyorum.
Yedi Yeşil Fil, 18 öyküden oluşuyor. Bazı öykülerin isimleri de kitabın ismi kadar şaşırtıcı geliyor bana. “Hışır Hışır”, “27 Numaralı Koltuk”, “Güneşle Ört Kendini”, “Bir Öykü Bile Değil( iken) Hayatım” gibi… O öyküleri daha önce okuyorum. Bir kez daha öyküleri okura merak ettiren en önemli etkenlerden birinin öykünün adı olduğunu, öyküye isim koymanın, doğan çocuğa isim koymak kadar değerli olduğunu düşünüyorum.
Kitapta bir öyküden diğerine geçerken yazar çeşitli düşünürlerden, şairlerden   alıntılar yapmış.
Adeta okura yol açmış.
Bu alıntıların içindeki Mevlana’dan alınan,
“Fakat sen ne şaşılacak şey, köpüğü görüyorsun da denizi görmüyorsun” cümleleri belki de “Yedi Yeşil Fil” öykülerinin en belirgin iletisi.
Öykülerin  hemen  hepsi, yaşamda ilk bakışta görünmeyen, üzerinde pek fazla konuşulmayan ayrıntıların değeri hakkında. 

Öyküleri okuyup bitirdiğimde Sevgili Feyza Hepçilingirler’in   arka kapağa yazdığı her tümceye katılıyorum ve “Yedi Yeşil Fil”in yaratıcısı Gönül Çatalcalı’nın gülümseyen resmine gülümsemeyle karşılık verirken yakalıyorum kendimi. Yazarların aidiyet duygularıyla, yarattıkları eserler arasındaki bağın önemini bir kez daha düşünüyorum.
Bütün tamamlanmışlıkların, eksilmelerin,  gözyaşlarının,  ayrılık acılarının, sevinçlerin, aşkların  dünyanın her yerindeki insanlarda benzer duyguları yaşattığını bir kez daha hissediyorum.
            Gönül Çatalcalı ‘27 Numaralı Koltuk’ isimli öyküsünde ;
“Hayat zalim, buyurgan,  alt edici kötülükleri her yere, her şeye sinmiş, yağlı çamur gibi. Bir türlü söküp atamıyoruz onu yaşadığımız zamandan. Peşimizde kapkara lekeler bırakarak bizi izleyip duruyor. Zaman yıpratıyor. Tüm güzel ve coşkuyla başlayan ilişkileri didikleyip öğütüyor ve çirkinlik olarak kusuyor önümüze. Zaman yaşlandırıyor, zaman bel büküyor.Dün kahkahalarla güldüğümüze, yarın tebessüm bile edemeyecek kadar coşkusuz kılıyor bizi.
derken, vahşi kapitalizmin dişlileri arasında sıkışmış bireyin yaşam algısını  çok açık anlatıyor.
“Eksilen bir diş, yerini kan tadında bir boşluğa bırakır. Tükürürsün durmadan,  çalkalarsın ağzını. Hepsi tükendiğinde  yumuşak bir doku kalır geride.
Şimdi önünde boş bir defter gibi duruyor zaman. Akrep, yelkovan, dededen kalma pirinç  saat, zincirli  köstek, sen dokunduğun an başlayacak çalışmaya. Senin saatlerin… Sınırların olmadığı bir zamansızlıkta, on beş yıllık bir geçmişten geriye kalan tortuları süpür hayatın mazgallarına.
Üşüten iklimlere dönmenin bir yararı da yoktur artık.
Ağzındaki yumuşak doku mu? Nasırlaşır zamanla, üstüne bir de protez…” diyerek hayatın acıtan yanlarını sağaltan zaman olgusuna değiniyor ve ilginç metaforlarla çözümler üretiyor terkedilmişlik duygusu yaşayanlara.      
            Yazar, hemen her gün yaşanan, yaşarken doğalmış gibi görünen bireysel acıların, kaçışların, çözümlerin evrenselliğini edebi bir dille, didaktizme kaçmadan verebiliyor. Bu başarısını, birbirinden farklı öykü tekniklerini cesurca kullanmasına bağlıyor  ve bunu bir yazarın cesareti olarak algılıyorum.
            Gönül Çatalcalı bu öyküleriyle sanki yaşama olan saygısının  dökümünü yapıyor ve öykülerinin pek çoğunda, yaşamın değerini vurgulayan, umudu çoğaltan iletiler veriyor.
Yalın,  ipek gibi şiirsel bir dille.
Yalnızca köpüğü değil, denizi de gördüğü ve gördüklerini, soluk soluğa okunan öykülere döktüğü için Gönül Çatalcalı’yı kutluyorum.  


Yazan: Gönül Çatalcalı
Tür: Öykü,
Yayınevi: İlya, 127 sayfa


Nevzat Süer Sezgin
05.05.2009
 (Cumhuriyet Kitap Ekinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder